Ahmet işcan yazdı : ” Ortadoğu´da su savaşları kapıda “

Değerli okurlarım,
Su , insan hayatı için oksijenden sonra gelen en önemli öğedir.
Hatta yaşamın ta kendisidir bile diyebiliriz .
Dünyanın ¾ ‟ü suyla kaplıyken insanın vücut ağırlığının %60‟ı, kanın %92’si, kemiklerin
%22’si,beynin ve kasların %75’i sudur ve insan vücudundaki %10 oranındaki su kaybı insan hayatını tehlikeye atabilmektedir.
Su yaşamsal değerinin yanında kalkınma için de vaz geçilmez bir konuma sahiptir.
Bugün tarımsal üretimden enerji üretimine kadar birçok alanda kullanılmaktadır.
Dünyada tatlı su kaynaklarının %64‟ü tarım sektöründe, %28‟si enerji üretiminde, %8‟i ise evlerde ve iş yerlerinde kullanılmaktadır.
İnsan ve toplum hayatı için bu kadar önemli olan tatlı su kaynaklarının sınırlı olması ve ikame edilememesi,
buna karşın nüfusa paralel olarak kentleşme ve sanayileşmenin hızla artması,
suyu stratejik öneme sahip bir „meta‟ durumuna getirmektedir.
Dünyadaki su kaynaklarının kullanımında ise büyük bir adaletsizlik söz konusudur.
Örneğin bir Amerikalı günde ortalama 500, bir İngiliz ise 200 litre su kullanırken, bir çok Afrika ülkesinde kişi başına düşen günlük su miktarı 10 litreyi bile bulmuyor.
Bir ülkenin „su zengini‟sayılabilmesi için kişi başına düşen su miktarının en az 8.000 -10.000 m3 civarında olması gerekmektedir.
Bu cihetle ;
Suya duyulan zorunlu ihtiyacın artmasıyla beraber ortaya su paylaşımı noktasında çeşitli ihtilaflar çıkmış ve bunun sıcak bir çatışmaya dönüşebileceği dillendirilmeye başlanmıştır.
Çatışma riski taşıyan su kaynakları daha çok „sınır aşan su‟ statüsündeki sulardır ve yeryüzünde sınır aşan akarsu havzalarının sayısı 200‟ün üzerindedir.
Ortadoğu‟da Nil, Ürdün ve Fırat Nehirleri, Güney Asya‟da İndus, Ganj ve Brahmaputra, Amerika‟daise Colorado, Rio Grandeve Parana Nehirleri farklı ulus ve devletler arasında paylaşıldıklarından dolayı, farklı zamanlarda çatışma unsuru olabilmişlerdir.
Su kaynaklı çatışmalara en uzak bölge olan Avrupa‟da bile Macaristan ve Slovakya, Tuna üzerinde kurulan bir baraj nedeniyle sorunlar yaşamaktadır .
BM, “Gelecek İçinTatlısu 2003” raporunda, 2040 yılında Ortadoğu‟da su için savaşların olabileceği uyarısında bulunuyor.
Amerikan Merkezi Haber Alma Ajansı CIA‟nın 2030 öngörülerinde de su savaşlarına yer veriliyor ve Orta Doğu, Aşağı Sahra Bölgesi ile Güney Doğu Asya en riskli bölgeler olarak gösteriliyor.
Petrol savaşlarının sahnelendiği Ortadoğu,
aslında su savaşlarına pek yabancı değil.
Yakın tarihte Şeria Nehri‟nin sularının akış yönünü değiştirme planı,
İsrail ile Suriye arasında savaşa yol açmış,bunun sonucunda İsrail;Suriye veMısır‟la savaşmıştır. 1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri’nden su almaya başladı.
Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri’nden gelen suyun İsrail’e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular.
Bu plan İsrail’in ulusal suyolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı.
İsrail Savunma Kuvvetleri (ISF) Suriye’de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965’de saldırılarda bulundu.
Bu saldırılar Suriye ile İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı.
1967 savaşı sonrasında Golan Tepeleri’ni ve Yukarı Ürdün Nehri ile Banyas kolunu kontrolüne alan İsrail, önemli bir su kaynağına da sahip oldu.
Ayrıca 1978 yılından 2000 senesine kadar Lübnan’ın Güney Bölgesini işgal etti ve 22 yıl boyunca bu ülkeye ait Litani nehrinden su çekti.
Ortadoğu‟da Nil havzası, Şeria havzası ve Dicle-Fırat havzası olmak üzere üç büyük nehir sistemi bulunmaktadır ve bölge ülkelerinin birçoğu su ihtiyaçlarının %67‟sini sınır aşansulardan karşılamaktadır.
Nil nehri, 6.650 km‟lik uzunluğuyla dünyanın en uzun nehridir.
Havzası Afrika kıtasının onda birini kaplar.
Güneyden kuzeye doğru akar ve Beyaz Nil Nehri,Mavi Nil Nehri ve Atbera Nehri olmak üzere üç ana kolu vardır.
Nehrin en uzaktaki kaynağı Burundi’deki Doğu Afrika Göller Bölgesi’ndeki Kagera Nehri olarak doğar;Tanzanya, Ruandave Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria Gölü’ne katılır.
Şeria Nehri (Ürdün Nehri), Orta Doğu’da Büyük Rift Vadisi boyunca akan ve Lut Gölü’ne dökülen bir nehirdir. 251 kilometre uzunluğundadır ve bu nehirden Lübnan, Suriye, Filistin, İsrail ve Ürdün yararlanmaktadır.
Asi Nehri Lübnan, Suriye, Irak ve Türkiye’den geçerek Akdeniz’e akarken; Fırat, Türkiye’den doğup Suriye ve Irak sınırlarını geçer ve Irak’ta Dicle’yle birleşir.
Dicle ise Fırat’la birleştiği Şattül-Arap’a gelene kadar doğduğu Türkiye’den Irak’a geçer, Irak’ta yine Türkiye’den doğan Büyük Zap ve Irak’tan doğan Küçük Zap’la birleşir.
Nil Nehri‟nin sularının paylaşımı konusunda Mısır, Sudan ve Etiyopya; Şeria Nehri‟nin paylaşımı konusunda İsrail, Filistin,Ürdün, Suriye ve Lübnan;
Asi,Fırat ve Dicle konusunda da Türkiye, Suriye ve Irak anlaşmazlık içerisindedirler.
Yapılan tahminlere göre İsrail‟in içinde bulunduğumuz 2020 yılında çok fazla tarımsal ve endüstriyel su miktarına ihtiyacı olacaktır.
Ortadoğu‟yu besleyen Fırat ve Dicle nehirlerine kaynaklık eden Türkiye, sahip olduğu sukaynakları itibariyle Ortadoğu‟da belirleyici bir role sahiptir.
Ana unsur olarak gördüğümüz ,
Türkiye‟nin bu nehirler üzerinde yürüttüğü projeler ise Suriye ve Irak‟ı tedirgin etmektedir.
Tam da böyle bir ortamda ;
Türkiye Cumhuriyeti´nin son yıllarda realiteden uzak ve bilimsel bir bakışa sahip olmaksızın balıklama daldığı Ortadoğu’yu veya daha geniş tanımla Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesini nasıl bir gelecek bekliyor?
Değerli okurlar; Ortadoğu ´daki gelişmeleri irdeleyen ,
Uzmanlara bakılırsa durum hiç te iç açıcı görünmemektedir.
İnsan ihmali tartışılır olsa da küresel ısınma gerçek bir felaket ve bunun sonucu olarak bölgede ağır bir kuraklık yaşanıyor ve bunun giderek daha da vahim bir hale gelmesinden endişe ediliyor. Kuraklığın Kovid-19 salgınından çok daha önemli sonuçları olacaktır.
Kovid -19 salgınıyla petrole talebin iyice düşmesi ve ekonomik krizin kuraklıkla birleşmesiyle Ortadoğu’da alarm zilleri alabildiğine çalmaktadır.
Üstüne üstlük dünya çapında bir gıda krizi de kapıdadır.
Dünya Gıda Örgütünün 2050 yılına yönelik hazırlamış olduğu raporda da bu apaçık belirtilmektedir.
Emperyalist ve yayılmacı ülkeler ,
bugün uygulanan şekliyle daha çok Batı karşıtı küreselci ekonomiye son verebilmek için Covid-19 sayesinde iyi bir bahane bulmuşlardır
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan büyük Türkiye Cumhuriyeti , içinde bulunduğu ama şiddetini iyice arttırması beklenen kuraklık konusunda en acil kararları almak durumundadır.
Asıl öncelikli yapılması gerekenin bin bir türlü belaların kaynağı durumundaki Ortadoğu’dan uzaklaşmalı,
kimseye hiçbir yarar gelmeyecek ve kendisine bile yararı dokunmayacak İslam dünyası liderliği hayallerinden vaz geçip uygar dünyaya yönelmelidir.
Bunun için de ülke dış politikası sil baştan yeniden dizayn edilmeli ve planlamalar bilimsel gözlemlere dayanmalıdır.
Kaos gelip kapımıza tüm şiddetiyle dayanmıştır.
Ramazan Bayramı rehavetinde olsalar bile ,
Türkiye ve KKTC´yi yönetenler büyülü hayallerden kurtulup gerçeğin soğuk yüzüyle karşılaşma cesaretine sahip olmalıdır.